EDEP-EDEPSİZ!
Evvelki gün baktım, yoldan geçiyor
Dedim: edep aceleyle nereye?
Dedi, edepsizler zehir saçıyor,
Kimseye sirayet etmesin diye
Kaçıyorum edepsizin yanından
Hayır gelmez böylelerin şanından
İdrâki kuşatır dört bir yanından
Fikre, bari tesir etmesin diye
Aceleyle gidiyorum buradan
Hem hava, hem deniz hemi karadan
Nerde olduğumu şu; mısralardan
Tefekkür ederek öğrensin diye
Ahd verip de menziline çekilen
Kabuğu hayadır, öz’de edep var
İbrahim (a.s)’ce kâinâta ekilen
Her şeye tad veren tuz’da edep var
Aslı’nda kaburgam kemiği olan
Gönülleri HAKK’ın aşkıyla dolan
Göz açtığı anda sevgiyi bulan
Hamîsi: yiğitle haz’da edep var
Mühürlü olarak emânet gelen
Zevcini (haşa) ikinci Allah’ı bilen
Analık hazzıyla arşa yükselen
Şefkatte abide, kız’da edep var
Arzuhali arzederken Mevlâya
İhlâs zırhı kuşanıpta düaya
Teveccüh anında ki ak sayfaya
Karala da değil, yaz da edep var (1)
Tarık bin Ziyâd’a matuf geçidi
Endülüsün nurâ köprüsü gibi
Münâfıklar yaptı ise mescidi!
Va’zı tahrip edip boz’da, edep var
Erikte, elmada, ahlat, alıçta,
Allah için kuşanılan kılıçta,
Yumurtayken, tavuk olan piliçte,
Portakal, muşmula, muz’da edep var
İblise de tabi olsa tank, panzer
Düşün: su da nasıl gemiler yüzer?
Darvine yapılan yalana benzer
Cevize galbeden koz’da edep var (2)
Geyiklerin kafasını süsleyen
İbrahim (a.s)’i mağarada besleyen
Ebû Bekr’i (r.a) ısırarak sesleyen
Yılandan tevellüd iz’de edep var (3)
Temizlemek için Mekkeden kiri,
İlhâm olununca Hicret fikiri,
Habibullâh (S.A.V) ile Ebû Bekir’i (r.a)
Bakıpta görmeyen göz’de edep var
Katar, katar hicret eden turna’da
Hükm-ü ilâhi olan her vaka’da
Kâf Dağında meskûn olan Anka’da
Sülünde, şahinde, Baz’da edep var
Nemrud’un İbrahim (a.s) için yaktığı
Mancınık ya, İbrahimi (a.s) attığı
İçinde gül açıp bülbül, öttüğü
Harıl, harıl yanan köz’de, edep var
İnsanlığa, Baykuşta ki muhabbet,
Başka hiçbir kuşta varmıdır? Seyr’et
Ona, Âdemde ki bühtana hayret:
Balıkta, ceylânda, kaz’da edep var
Kutuplarda, sudan dikilen kaya
Akla merdivendir, çık diye ay’a
Allah bir diyerek tüm masivaya
Haykırıp, duyuran buz’da, edep var
Edep, haya Âdem (a.s) sırtında hırka
Kılınınca, iblis lanetli börke
Sarıldığı anda nar olan çarka
Takılınca çeken hız’da, edep var
O hız ile havalanan toprakta
Sararıpta yere düşen yaprakta
Midede, ciğerde, öd’de böbrekte
Bünyeden atılan gaz’da edep var
Karlı dağda, ağaçta ki budakta
Dile kilit, ağızdaki dudakta
Allah için kesilen her adakta
Kesen bıçak ile naz’da edep var
Yaylada yeşeren çayırlar ile
Sivrisine çıkan bayırlar ile
Şerri tebdil eden hayırlar ile
Koyakta, vahada, düz’de edep var
İttihattır yaşamağın stili
Hükümvarı olmuş ağızda dili
İhtilâf’çün ateşliyor fitil
Nüvesi BEN: de yok, bizde edep var
Ben dediğim sıfat değil, bencillik
Bu haslet Âdemde başlamıştı ilk
Dünya verilmişken az dedi bu mülk
Topraktan derlenen cüz’de edep var
Aklının, eneyi esir aldığı
Elestteki ahde sadık kaldığı
Güzide, seçilmiş, abdi: kıldığı
Hayr’ı dilerlerimiz’de edep var
Karabasan denen kâbusta, düşte
Sonbahar gelince, tükenen işte!
Titreyen ellerde dökülen dişte
Dal olan bel ile diz’de edep var
Fikrederek elenipte salına
Yarasına, dokununca alınan,
Her bir cümlesinde ibret bulunan
Hakikâti diyen söz’de, edep var
Azığını tekmil edip çıkanın
Yolu selâmete çıkar inanın
Giderken mevt sokağına sapanın
Hayatına misâl, güz’de edep var
Felsefe bahrinde ömür tüketen
Kendi çiğerine saplıyor diken
Aklına güvenir, o, maklûk iken
İblisin verdiği gaz’da! edep var
İster çardak olsun, ister aşiyân (4)
Mes’ûldür, ilâhi mesâjı duyan
Hakk düşmanlarına fırsat kollayan
Hedefi gösteren, gezde edep var
Anayurttan, elin kapalı geldin
Alem-i fenâda ağlayıp güldün
Vâde tamam oldu, doğuşa! öldün
Altmış üç, yetmiş beş yüz’de edep var (5)
Menhiyyâtı, sıçratsa da beygiri,
Pırılpırıl parlar, bulaşmaz kiri
Isparta efendilerinden biri
Mim Doğan Sillelimiz’de edep var
Kürrei arz üstündeki her semtte
Gezegenlerde, burçlarda elbette
Onsekiz bin âlem, sekiz cihette
Güneyde edep var, guz’da edep var (6)
İlhâm gelip Aşık’lara, his veren
Maverâdan coş eyleyip ses veren
Mızrab ile gönüllere yas veren
Perdede, telinde, saz’da edep var
İnledikçe gönülleri coşturan
Arifleri cennetine koşturan
Mekrûhattan: boştan gelip, boş duran
Hem bam telinde hem tiz’de edep var
Maddenin şems ile kavurulduğu
Rüzgârla dumanın savurulduğu
Toprağa dağların devirildiği
HAKK’tan füze olan toz’da edep var
Tarizâtta hedef Müslüm’le Hesna
Şu üç günde eylediğim temaşa!
Mevcûdatta tek ahmaklar müstesna
Ehli’de, vahşi’de yoz’da edep var
Hayâ’yı başında altın taç bilip
Özdeki şerefle, iffetle gelip
Münkirânın karşısında dikelip
Kükreyen ellide yüzde edep var (7)
Tufan’dan kurtulup geldiyse gemi,
Nûh (a.s) elinde olmasından, dümeni
Değişmeyen tek hakikât İSLÂMİ,
İttihat gülzârı, siz’de, edep var
(1) Yazı yazmakta
(2) Ham, olmamış ceviz
(3) 300 Sene bekledi
(4) Ev, Bina
(5) Yüz sene yaşamak
(6) Güneşin girmediği yer, görmeyen çukur
(7) İnsanın yüzü, suratı
Var var ama gardaş korku bastırmış
O yiğitte kuyruğunu kıstırmış
On yıl başvekilken beş para almayan
Rahmetli Menderesi Seyrederek Yassı oda! da astırmış. Yuh olsun korkaklara
Canım fedadır biline mert olan erkeklere
Tabi buna mert iffet abidesi Nisalar’da ortaktırlar
Aha bu gün uçağı düşürdüler
ölmediğini görünce orada öldürdüler
Bin türlü bahaneyle Olayı böldürdüler
ve Kaza diyerek bildirdiler
Yutan ahmaklara afiyet olsun
Bu ergene konanlardan bu hesabı sormayanlar
ya satılmış ya da çukurdurlar
onlara da, çirkefi doldurmak mert müslüma türk alpereninin asli vazifesidir biline
Rahmetli Muhsin kardeşim gibi feraset sahibi aranarak buluna
ve canlar adanmalı onun kutsal Ülküsünün yoluna
Resulûllah (S.A.V):
“Ahir zamanda dünya menfeati için dini kullanan riyâkârlar çıkar
Sözleri baldan tatlıdır
Bunlar, kuzu postunu bürünmüş birer kurttur”
(Hadis-i Şerif.Tirmizi)
Aziz gönül dostlarım! Evvelki gün mezarlığın kenarından geçiyordum,
Garip bir haller vaki oldu bana Mezar taşları sanki sallanıyorlardı, hakikâten de sallanarak başladılar beni bana göstermek için dilleri ile değilde halleri ile konuşmağa:
Bende hasem vari dinlemeğe başladım, Dediler ki: Bizden aldığını aynen anlat ki: belki bizim torunlar oldukların bazen! söyleyenler de idrak melekeleri harekete geçerde asıllarına sadık, lâyık birer cengaver olup İSLÂM bayrağını kainâtın burcuna belki dikerler dediler Eee ben de emâneti deruhte ettiğime göre, verilen vazifeyi bilâ kayd u şart yerine getirmekle mükellefim Çünkü emânete ihânetin en büyük günahlardan birisi olduğuna imân etmişim Emânete ihânet edemem, Onun için emânetlerini yerlerine arzediyorum
SELÂM VAR:
Sana derim: Ey Müslüman Türk’oğlu:
Kabristanın yollarından Selâm var
Akçakoca, Koca Memil, Köroğlu
Fatih, Yavuz kullarından, Selâm var
Selâm olsun,Peygamber(S.A.V)’den, Ashabtan
Selâm olsun ehl-i KEHF’i ahfaddan
Selâm olsun Kâ’be-de ki mikâbdan
Üstün’ örten ellerinden selâm var
Dâvam deyip mücâdele edene
Hem gaziye hem de Şehid gidene
Rahmet olsun bırakıpta gidene,
Tevhid diyen dillerinden selâm var
Bingaziden, taaa budin’den, mohaçtan
Himalâya dağındaki yamaçtan
Şu kürrei arzı, bir uçtan-uçtan
Örten, İslâm şallarından Selâm var
Kırılan mübarek dişinden kanın
Düşmesine kanat geren sultanın
İsar sevdâsına verilen canın
Uhud, Bedir hâllerinden Selâm var
Bin yıldır yanarken sönen ateşin
Yakamayıp parlattığı Habeşin
Beşyüz yetmiş birde doğan güneşin
Nur gönderen yıllarından Selâm
Selâm diyor: mezalimi şişleyen
Isparta’yı gülleriyle fişleyen
Desenlerle halıları işleyen
Gül kokulu ellerinden Selâm var
Öz yurdundan hicret ile taşınan
Savaşırken, temmuzda da üşünen
Can verirken kardeşini düşünen
Sadık, Salih kullarından Selâm var
Son Halife gençliğine doymadan
Zalim nesli Resûllüğün saymadan
Şehâdet ya: öldürdüler, kıymadan
HAKK’a giden sallarından Selâm var
Eyyûb- selâhaddin, Battal Gaziden
İmâmı Rabbani, Şeyh Şirâziden
Milyonlarca şehidlerle gaziden
Hüseyini (r.a) güllerinden Selâm var
Turnalarla, Geylâniye Selâmı
Gönderirken iyi eyle kelâmı
Muhyiddin Arabi ilmin sultanı
Hakikâtin ballarından Selâm var
Taht kurunca gönüllerin köşküne
İlâhi sevdâyla dönmüş, şaşkına
Gece gündüz Allah (c.c) Resûl (A,S.V) aşkına
Ağlayanın sellerinden Selâm var
Serdengeçti, Necip Fazıl, Muhsine,
İyi bak, bunlara beslenen kin’e
Halbu ki: yetmezdi dünyâ tekine
Tagutların yollarından Selâm var
Rabbim yürü diye sürse denize,
Namerdim, billâhi, acırsam size
Ergene kon, balyozcu, hepinize
Darağacın’ dallarından elem var!
Biçare, kimsesiz, düşmüşse bitâb
Bunlara ilâhi kelâmda hitâb
Müjdesiyle şeref veren afitâp!
Öksüz, yetim, dullarından Selâm var
Hakikâtte şimşek gibi çakanın
Görmek için basiretle bakanın
Kaf dağındaki zümrüd-ü ankanın
Teleğinden, tellerinden selâm var
Cenk ederken akıttığı al kanın,
Bayrakta şerefi oldu İslâmın
Seher vakti yatağından kalkanın
Zikreyleyen dillerinden Selâm var
Osman Gazi (r.a) bakıp bakıp ağlıyor
Bunlar’mıdır? Benim torunum diyor
Uyan: kökün seni ona bağlıyor
Şanlı: söğüt bellerinden selâm var
Satılmış, vatansız üçbuçuk zerdüşt
Vatana girerken kim demiyor çüşt?
Bak şimdi Meclisde bu puşt oğlu puşt
Kan ağlayan ellerinden Selâm var
İSLÂMİ’nin sözü açık duyana
Rabb’dan vahyedilen hükme uyana
DADAŞ’lardır sigortamız diyene
Palandöken yellerinden Selâm var
Canlar: Ben verilen vazifeyi ifâ ettiğim kanaatindeyim, İrşad olmak nasib meselesi: “Nasib olan gelir çinden, maçinden.Sayha tesir mi eder? gelmiyorsa içinden! Ayrılmak istemeze cahimdeki göçünden, Mükafatını alır fazlasıyla suçundan dileğim müslümanların umûmen İslâmın Farzı olan Cihâd şuuru ile techiz edilmesidir ki: Nizam-ı Âlem yâni Allah’ın nizâmının kâinâta hakim kılınmasının tahakkuku meydana gelsin Gelsin de 300 yıldır Ağlayan coğrafyanın yüzü bir gülsün dileğimizdir bu Allah’dan Sevgilerimle